22 Kasım 2016 Salı

Gözlerimi mutluluğa diktiğim bu çetrefilli aşkta, yolumdaki tek engelimdin. Dağları tepeleri, nehirleri denizleri aşardı inadım da bir sende takılı kalırdım. Beraber yürüyelim istediğim bu yolda ters yönde esen rüzgarımdın .Bütün gemilerim alabora , bütün gemilerim enkaz. 

17 Kasım 2016 Perşembe

Alevler içinde çırpındığım gecelerde; bir bardak suyu bırak , beni yakan ateşe tükürmedin bile. Bense şimdilerde adını soyuna sopuna küfreder gibi tükürerek söylüyorum.
 O kadar yandım ki Ali'm şimdi kül oldum sanıyorsun. Kül olmadım lakin kor kaldım. İçime çektiğim her dumanda kendimi yelliyorum. Bir şeyler yapmak istediğim noktada ayak bileklerimdeki zincirleri çekiştiriyorsun farkına varmam için. Bense hep farkındayım bileklerimdeki soğuk demirin. Sen bilirsin el bileklerimden öpülmeyi ne kadar sevdiğimi, ayak bileklerimdense bir o kadar nefret ettiğimi.
Ben senin koynuna
Düşe kalka vardım
Bakma dizlerime
Avuç içlerime
Hepsi asfaltın
İzlerini taşır.
Biz karanlıktan gebe kalan kadınlarız. Sönen ışıklar bebemizi besler. 
 Vazgeçmiyorum ama artık umutta etmiyorum Ali'm. Sen bilirsin ne denli inatçı olduğumu. İstediğim bir şey olduğunda nasıl çırpındığımı.Hala çırpınıyorum fakat uçmaya çalışan kuş gibi değil ,susuz kalmış balık gibi.

8 Kasım 2016 Salı

Yoksulluk gibi bir şeydi yaşadığımız
Var olan onca şey içinde
Yok olanlar bize denk gelmişti 
Kimsem yok.
Bir tokat yedim ama fiziksel değildi.Sarmaş dolaş cümleler kuruyordum önceden
Şimdi hepsi birbirinden öylesine uzak ki,
Hepsi birbirine asla dokunmak istemiyor.
Dokunurlarsa sürtünme kuvveti denilen bilimsel gerçek
Düşlerimi gerçeklerle yakar diye korkuyorum.
Aklım bir karış havada değil
Olması gerekenden daha derinde bir yerlerde.
Düşünürken delirdim
Ya da delirdiğim için çok düşündüm.
Korkuyorum.
Kendinden korkmanın izahını yapmak güçtür.
Kendimden
Yapabileceklerimden
Ve yapamayacaklarımdan
Öylesine korkuyorum ki
Bir bar taburesinde ağlamak çok pasif geliyor.
Önceleri alkole sığınırken zihnim,
Şimdi bedenim önüme gelen her kadehi itiyor.
Uyuşturucu denen mereti de aramıyor parmak uçlarım.
Öylesine kaçardım ki kendimden,
Şimdi kendimle başbaşa kalınca anladım ne lanet bir insan olduğumu.
Bilimsel bir açıklaması yok,
Ruhsal şeyleri de zaten insanoğlu açıklayamıyor.
Geçen şiir okuduk karşılıklı
Kafamız iki kere güzel
Bir mısra söyleyip öpüşüyoruz
Dudaklarımız iki kere kuru
Gittin,
Kasıklarım sızı içinde kaldı.
Bir piç doğuruyor gibiyim
Her günümün sabahı.
Öyle ne yapacağını bilmez
Öyle yapayalnız
Canım çok yanıyor
Sus ses etme diyorum
çığlık çığlığa bağırıyor
Avuç içlerimle ağzını kapatıyorum çaresizliğimin
Yoksun diye izmarit öpüyor dudaklarım
Sen olsan kızardın
Yoksun yemeğimi parmak uçlarımla itiyorum
Şiirler dinliyorum
Hiç yazılmamış
Şiirler okuyorum yalnızlığıma
denizin ortasında pusulasız kalmış gibi
öğle yemeğini evden unutmuş işçi gibi
ne bileyim çaresizce işte
Tanrıya kalsa 
Elimize pamuklu şeker tadında umutlar verirdi
döktüğümüz gözyaşlarıyla erirdi tüm umutlarımız 
kaldırımlara takılır düşerdi çocuklar 
dizleri yaralarla kaplanır 
ellerinin tersiyle silerlerdi akan burunlarını
kalkıp tekrar dönerlerdi oyunlarına 
benim çocukluğum bi kurşun sesinin gecedeki yankısı kadardı 
nasıl geçtiğini anlayamadım 
kulaklarımı sağır edişini hatırlıyorum 
ve küçük bi çığlıkla yere çöküşümü
dokuz yaşındaydım o vakit 
gözlerimi kapamaya meylederdim anamın her yakarışını gördüğümde 
karanlığa öylesine sığınırdım ki 
yatak altındaki canavarları kendime dost edinirdim 
gözlerimi açtım 
on dokuz yaşındayım 
bakıyorum kendime 
karanlık öylesine sarmış ki bedenimi 
ışıklar kapandığında görünmüyor gözlerimin akı bile